Yazarı: Sophokles
Goodreads puanı :3,76/5
Özgün adı: ΣΟΦΟΚΛΗΣ
Özgün Dili: Antik Yunanca
Bu metinin uyarlandığı mitten adını alan Elektra Sendromunu araştırmaya karar verdim. Bunu araştırırken kitaptaki hikayenin mitolojide biraz daha farklı olduğunu gördüm. Umarım beğenirsiniz ve işinize yarar. İyi okumalar!
Oedipus/Elektra Kompleksi Sendromu
Oedipus/Elektra Kompleksi Sendromu
Erkek çocuğunun babayı, kız çocuğunun ise anneyi kıskanması konusu Sigmund Freud'un Oedipus ve Elektra Kompleksi kuramlarında yer alır. Psikanalist olan Freud, Oedipus Kompleksi'nde erkek çocuğun annesine olan aşkından ötürü babasını kendisine bir rakip görmesi, bu nedenle de babasını kıskanması Yunan Mitolojisi'nde babasını öldürüp annesiyle birlikte olan Oidipus'tan adını alır.
Elektra kompleksi ise, kız çocukların babalar ile olan ilişkileri tanımlayan şekline deniliyor. Elektra kompleksine göre kız çocuğun babaya olan hayranlığı ve aşkı dolayısıyla annesinin babasıyla olan ilişkisini ve annesini kıskanır. Bu iki duruma göre de çocuk karşı cins ebeveynine karşı bir hayranlık ve aşk hissettiğinden, hemcinsi olan anne ya da babasına karşı da yoğun kıskançlık duyar.
Bu dönem, 4 ile 6 yaş arasında yaşanır. çocuğun kişilik yapısına, gelişimine, anne-baba ile olan ilişkisine göre farklılık gösterir. çocuğunuz kız ise bu dönemde davranışlarında değişimler gösterir. Anneden uzaklaşırken, babaya yakınlaşır. Babaya kur yapmaya başlar. Annesine çok çirkin olduğunu söyleyebilir.
Erkek çocukları ise, babalarını bir tehdit ve rakip olarak görmeye başlayabilirler. Anneye aşırı düşkünlük gösterebilirler. Anne-babanın hoşgörüsü ile bu dönemi sağlıklı bir biçimde atlatabilmek için çocuğa sevgi göstermek gerekir. Psikanalitik görüş açısı böyle söylerken her çocukta bunun birebir aynısı görülecek diye bir şey yoktur. Sadece bazı çocuklar bu kıskançlığı gösterebilirler.
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü çocuk ve Genç Bölümü Uzman Psikologlarından Ceyla Erhan, bu konuda şöyle diyor. "Kıskançlığın herkes arasında olabileceğini görüyoruz. Freud'un öngördüğü gibi kız çocukları annelerini, erkek çocukları da babalarını kıskanabilir. Fakat ne var ki erkek çocuk annesini ya da kız çocuk da babasını kıskanabilir. Hatta çocuklarla olan daha iyi ilişkilerinden dolayı birbirlerini kıskanan anne ya da babalara da tanık olmuşuzdur.
Kıskançlık, birisini çok benimsediğimizde o kişinin ilgi ve sevgisini sadece kendimize istediğimizde ortaya çıkan bir duygudur. Hiçbir kişinin ya da hiçbir faaliyetin sevdiğimiz ve ilgisini beklediğimiz kişi ile aramıza girmesini istemeyiz. O kişi sadece bize odaklanmalı ve tüm zamanını bize ayırmalıdır. Başka bir örneğe bakarsak, baba ve annesinin birbirlerine karşı olan ilgi ve sevgisini gören bir çocuk, bu durumu kıskanabilir. Anne ve babanın beraber yattığı, kendisinin ise tek başına yattığını fark eden çocuk, bu durumu adaletsiz olarak değerlendirebilir." diyor ve kıskançlığın patolojik olmadığı sürece normal olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor.
Bir erkek çocuğunun babayı kıskanması ya da bir kız çocuğunun anneyi kıskanması ilgi ve sevgi bekleyen ve sevdiğini kendisine saklamak isteyen bir durumdur. Böyle kıskançlıklar da hemen akla cinsellik getirmemek gerekmekte; çocuğun ilgiyi kıskandığı ve bu ilgiyi kendisine istediği düşünülmelidir.
Yapılması gerekenler
Psikolog Ceyla Erhan, kıskançlığın normal bir durum olduğunu, bu durumdan çekinen anne babaların bazen çocukları kıskanmasın diye birbirlerine karşı uzak bir tutum sergilemelerinin doğru olmadığını belirtiyor. Anne-babaların çocukların yanında el ele tutuşmadıklarını, birbirlerini öpmediklerini ya da sevgi sözleri söylemediklerini belirterek aksine çocuklarının yanında birbirlerine sevgi göstermekten kaçınmamaları gerektiğini söylüyor.
Çocukların öğrenmeleri gereken, aile içindeki herkesin farklı bir yeri olduğu ve herkesin bu farklı yerinden dolayı farklı sevgi ve ilgi alacağıdır. Cinsel kimliğin geliştiği ve çocuğun kendi cinsinden olan ebeveyini kıskanıp daha sonrasında onu örnek aldığı dönemi her çocuk farklı atlatabilir. Sizi model olarak almaya başladığı zaman bu dönem sona erecektir. Bunu bilip, çocuğa hoşgörü ve sevgi göstermek yapılacak en doğru davranıştır.
Electra ve Orestes
Orestes
Electra ve Orestes Aegisthus'u öldürürken MÖ 5. yy
Sigmund Freud'un biyografi kitabının Radikal Kitap'ta bir tanıtım yazısını buldum. Eğer siz de psikolojiye meraklıysanız bir bakın derim aşağıdaki yazıya. Sigmund Freud'un kitapta yer alan bazı fotoğraflarının bulunduğu aile albümüne bakmak isterseniz linke tıklamanız yeterli. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalGaleriHaber&ArticleID=1103268&CategoryID=40&HaberPage=1
İyi okumalar!
Zihin kuyusunun başındaki adam
08.10.2012 // AYCA YILMAZ
Freud’u psikanaliz yöntemiyle tanıyoruz ve aslında
psikanalizin ne olduğunu fazlaca bilmiyoruz. Zihnin Kaşifi’nde, hem psikanalize
bir “giriş”, hem de Freud’un yaşamına dair enteresan bilgiler var.
En baştan belirtmekte fayda var, İş Bankası Kültür Yayınları’nın
parlak kuşe kağıda, büyük boy ve kalın ciltli bastığı Sigmund Freud
biyografisi, hakikaten özenle hazırlanmış. 150’den fazla resim, çizim ve
fotoğrafın yer aldığı ‘ansiklopedik’ biyografide, ayrı ayrı zarflara
yerleştirilmiş 15 belge yer alıyor. Bunların arasında, Sigmund Freud’un 1873
tarihli okul bitirme sınavı belgesi, kendi yaptığı çizimler, notlar, mektuplar
gibi ilgi çekici belgeler yer alıyor... Elimizdeki çalışmanın, derinlemesine
bir Freud incelemesi için derli toplu, okuması keyifli bir başlangıç kitabı
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz...
Çoğumuz Freud’u “psikanaliz” yöntemiyle tanıyoruz ve aslında
psikanalizin de ne olduğunu fazlaca bilmiyoruz. Zihnin Kâşifi: Sigmund Freud
adlı ansiklopedik biyografide, hem psikanalize bir “giriş”, hem de Freud’un
yaşamına dair hayli enteresan bilgiler yer alıyor.
1856’da, o gün Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na dahil
olan, bugün ise Çek Cumhuriyeti’nde bulunan Moravya’da Yahudi bir ailenin oğlu
olarak dünyaya gelen ve henüz ufak bir çocukken, öğrenim için ayrıldığı
dönemleri saymazsak, 1938’e kadar yaşayacağı Viyana’ya yerleşen Freud, dünyanın
hızla değiştiği, “devrimler çağı”nın başladığı bir döneme tanıklık etti.
“Devrimler çağı” sadece siyasal devrimleri değil, bilimsel çalışmalarda da
büyük gelişmeleri ifade ediyordu.
Psikolojik bir araştırma yöntemi olan “psikanaliz”i
geliştiren Freud, aslında Viyana’nın bir “ürün”ü olarak görülebilir. Viyana, o
dönemde, tıp ve özel olarak psikiyatri alanındaki en önemli merkezlerden biri
sayılıyormuş. Viyana’da bulunan Narrenturm (Deliler Kulesi) Avrupa’nın en eski
akıl hastanesiymiş. Freud’un çocukluğunun ve aile yapısının da daha sonra
geliştireceği çalışmalarda etkili olduğunu söylemeye gerek bile yok...
Ne var ki, 1885’te gittiği Paris Salpetriere Hastanesi’ndeki
hocası Jean-Martin Charcot da onun kariyerinde önemli bir yer tutuyordu.
Charcot’nun “histeri” ile ilgili çalışmaları Freud’u çok etkiledi ve önceleri
anatomi gibi konularla ilgilenmeye meyilli olan Freud, psikopatolojiye ve
klinik çalışmalara yöneldi.
Kokain işleri!
Ama hemen öncesinde Freud’un bildiğimiz kokainle ilgili
enteresan bir deneyim yaşamış olduğunu belirtmek gerekir. Hem bir an önce adını
duyurmak, hem de nişanlısı Martha’yla evlenecek parayı biriktirebilmek için
sürekli yeni yöntemler deneyen genç Freud, kokaini hem kendisinin, hem
yakınlarının, hem de hastalarının üzerinde denedi. Kokainin bağımlılık
yapmadığını savunan Freud, başka bir kentte bulunan nişanlısına bir an evvel
kavuşmak için kokain üzerindeki çalışmalarını kısa keserek, bu konudaki yeni
keşiflere ulaşma fırsatını meslektaşı Karl Koller’e terk etmiş oldu. Freud’un,
hastalarına kokain dağıttığı dönemde kimi hastalarının aşırı dozdan öldüğünü,
burunlarının tahrip olduğunu eklemekte fayda var. Öte yandan, kitapta yer alan
bir afişten anlaşılıyor ki, koka bitkisinden üretilen kokainin adı, “Coca des
Incas” (İnkaların Kokası) deyişinden geliyormuş... Neyse, bu narkotik mevzuları
ilgilisinin okumalarına bırakalım...
Sigmund Freud’a esas ününü kazandıran vaka, 1896’da babasını
yitirdikten sonra içine girdiği derin bunalım ve kendi kendini çözümleme
çalışmalarıydı. Hemen takip eden yıllarda önce ‘Oedipus Kompleksi’ni, ardından
‘Düşlerin Yorumu’nu kaleme aldı. Babasından 20 yaş küçük ve “hayat dolu” olduğu
söylenen annesi ise, hiç kuşku yok ki, bu çalışmalardaki bir diğer ilham
kaynağıydı.
“Devrimler çağı”na damgasını vuran Marksistler de Freud’u
yakından takip ediyordu tabii. Bu bilgi Zihnin Kâşifi: Sigmund Freud adlı
kitapta yok ama pek çok kişinin ilgisini çekebileceği için aktaralım.
Rusya’daki Bolşevik Devrimi’nin liderlerinden Lev Troçki, Freud ile çağdaşı
Ivan Petrovich Pavlov’u karşılaştırırken, Pavlov’un bir kuyuyu tanımlayabilmek
için o kuyunun içine girdiğini, Freud’un ise kuyuya yukarıdan bakmayı tercih
ettiğini belirtiyordu. Pavlov’un yöntemindeki sınırlılıkların Freud’un
yöntemiyle önemli ölçüde aşılabileceğini yazan Troçki, buna rağmen her iki
bilim adamının da “materyalist” olduklarını, organik süreçlerin psikolojiyi
belirleyen ana etmen olarak gördüklerini vurguluyordu. Elbette her ikisinin
yaklaşımına Marksist yöntemin dahil olması halinde, çevre koşulları ve sınıfsal
konum da psikolojide etkin diğer belirleyenler olarak değerlendirilebilirdi...
Sonunu kendisi hazırladı
Freud da siyasetten bütünüyle uzak değildi. Kendisini önemli
görmekle birlikte yeterli bulmayan Troçki’nin, Sovyetler Birliği’nde iktidarı
ele geçiren Josef Stalin’e karşı yürüttüğü mücadelede haklı olduğunu
düşünüyordu. Öte yandan, takip eden yıllarda daha büyük bir sorunla yüz yüze
kaldı: Sigmund Freud bir Yahudi idi ve Naziler 1938 senesinde Avusturya’ya
gelmişlerdi...
Freud kızıyla birlikte Londra’ya taşındı. Artık yaşamının
son ayları gelip çatmıştı. Kendi kanserini teşhis eden ve bu mendebur hastalığı
bile kendi analiz çalışmalarının bir parçası haline getirmişti. Çene ve
damağına yayılan kanser nedeniyle güçlükle konuşuyor ve güçlükle
beslenebiliyordu. Trajik bir son olduğunu söylemek lazım. Ama sonunu da kendisi
hazırlamak istedi. Doktoru Max Schur’dan bir söz almıştı ve ağrıları iyice ağırlaştığında,
Schur’dan artık sözünü yerine getirmesini istedi. Schur 23 Eylül 1939’da
Freud’a ilk morfin dozunu enjekte etti. Freud rahatlamıştı, huzurlu bir uykuya
daldı. İkinci dozdan sonra ise komaya girdi ve sakince öldü...
Ölümünden önce pek çok ziyaretçisi olmuştu. Bu
ziyaretçilerden Virginia Woolf, daha sonra izlenimlerini şöyle aktarıyordu:
“Ünlülerin hemen hepsi tanıyınca insanı düş kırıklığına
uğratır ya da can sıkıcıdırlar. Freud böyle değildi, şöhretten değil büyük insan
olmaktan gelen bir aurası vardı.”
Sigmund Freud, ilkeleri gereği, geride hiçbir özel belge,
kişisel notlar ya da anı defteri bırakmadı. Ölümünden önce tamamını yakmıştı.
Bu nedenle, Zihnin Kâşifi: Sigmund Freud adlı kitapta, kitabın içine
yerleştirilmiş zarf tasarımlarıyla sunulan belgeler özel bir önem taşıyor. Bu
büyük bilim adamına yakışır bir çalışma ve özenli bir baskıyla karşı karşıya
olduğumuzu tekrar vurgulayarak bitirmek istiyorum…
Sigmund Freud
Aile Arşivinden Özgün Fotoğraf ve Belgelerle
Ruth Sheppard
Çeviren: Yonca Aşçı Dalar
İş Bankası Kültür Yayınları
2012, 94 sayfa, 48 TL.
Kaynakça: http://www.hastane.com.tr
http://kitap.radikal.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder